Günlerden bir gün her biri Anadolunun bir diyarından altı genç toplanıp, Allah rızası için sefere niyetlenip, Afrikaya gelmişler. Ramazan ayından 10 günü kara kıtada geçirmişler. Yol yormuş, gah sıcaklar hararet yapmış, gah yağmurlar çamur etmiş ama oruçlarını koyvermemişler. Aralarında nöbet tutup, her gün ikisi iftar ve sahur işlerine bakar olmuş. İkisi pek uyanık çıkmış. Nöbet günlerinde çoluk çocukla top oynayıp, önceki günden kalan makarnayla hazır çorba yapıp vermişler. Diğerleri makarna pişirmiş, mango kesmiş. Nöbetlerinde
oyun oynayanlara ah siz göreceksiniz deyip durmuşlar. Ama gönülleri el vermemiş, bir türlü kıyıp cezalarını kesememişler.
Akşamlar iftardan sonra oturup Allah adın zikretmiş; teravihler kılıp Kuran okumuşlar. Sonra çay demleyip, çerezle hoş sohbet kılıp, ilahiler kasideler okumuşlar. Hatta biri ney bile üflemiş. Bu sefalar sahurlara kadar sürmüş kimi geceler. Erken yatanlara nisbet olsun diye gece ışıkları açıp da gülen arkadaşlarına çocuktur deyu, hiç ses etmemişler.
Bu gençler fukara köylere varıp, kimi köylerde Ramazanlık erzak dağıtmış, kimi köylerde de kurban kesip taksim etmişler. Çocuklara bonibon-şeker dağıtıp, belki de dünyanın en büyük kutu kutu pensesini oynamışlar.
Velhasıl, bu sıcak memleket, sıcak insanlar, kara kara küçük tefek çocuklar pek hoşlarına gitmiş.
Hak yolunda niyet tazeleyip, dünya işlerini yoluna koyup, şu kara kıtanın mazlumlarına hizmet sevdası peşine düşmeye ahd etmişler.
Sabreden derviş, er geç muradına erermiş. Onlar sabrederken muradları yolunda, biz dua kılıp, seyreyleyelim zuhuratı..