Kıymetli genç kardeşleri,m bu mektuplar, Sultanımız Seyyid Abdulkadir Geylani(k.s.) hazretlerinin muhtelif zamanlarda dostlarına, evlatlarına, yazmış olduğu mektuplardandır. Yani Mektubat-ı Geylani’dendir biz de acizane, bu mektupları sizlerin istifadesini sunduk, bu mektupları biz evlatları olarak bize gönderilmiş bir mesaj olarak almalı ve bu mesaja da kulak vermeliyiz. Zira bu mektuba kulak vermemiz bizim evladı olduğumuzun bir nişanesi olacaktır. Bu mektuplar işte o zaman maksadına ulaşmış olacaktır.
Hizmetkar.
Abdulkadir Geylani (K.S.) Hazretlerinden Mektuplar. 1
Evlatlarım,
Cenabı-ı Hakkın aziz kıldığı ve birçok ilahî nimetlere erme şerefine nail eylediği kimse...
Bilesin ki...
- "Allah-hu Teâlâ, dilediğine hidayet eder ve onu nuruna ulaştırır" (24/35)
Yukarıdaki cümle bir Ayet-i Kerime mealidir. Bir feyz kaynağıdır. O feyz bu-lutuflardan; şahud şimşekleri çaktığı zamanı düşün... Neler olacağını tahmin et ve :
- "Allah rahmetini dilediğine tahsis eder." (3/74)
Mealindeki yüce kelamın yapacağı inayet sayesinde, vuslat rüzgârlanın daima başında döndüğünü de düşün... Anlamaya çalış... Ve neler olabileceğini anlatacağız, dinle...
İşte o zaman; kalb sahasında üns reyhanları kokmaya başlar... Ve o reyhanlar; bir cennet bahçedeki gibi, boylandıkça boylanır ve etrafa kokular saçmaya başlar... Ve o bahçede :
- "Ey Yusuf’a olan hasretim." (12/ 84)
Nağmeleri ile şevk bülbülleri ötmeye başlar... Ve sırlar âlemin de; iştiyak şuleleri parlamaya başlar...
Artık efkâr kuşları Azamet fezasında kanatlanır... Ve çevikliğin son haddiyle uçmaya başlarlar...
Bunlara marifet hali ve marifet âlemi adı verilir... Bu âlem uçsuz bucaksız vadilerle doludur. Orada; üstün akla sahip olanlar dahi yolunu bulup, devam edemez... Şaşırır... Sonra orada öyle korkulu haller tecelli eder ki...
Bir bakarsın; yüce bir heybet eli kalkmış; basında bekliyor... Tepene ha indi; ha inecek... Bu manzara karşısında; kavrayışın temelinden sarsılır...
Sonra bakarsın ki, başka bir âlem başlamış... Perdelerin ötesinden sesler yükseliyor... Hem de heybetli sesler... Ona kulak mı dayanır ki? Ve derin manasını sezende yürek mi kalır ki? Tahayyül et:
- Gerçek manasıyla Allah'ı takdir edemediler..." (6/91)
Mealindeki yüce manaya hangi kulak dayanır? Bu yumuşatılmış manaya, doğrudan doğruya, seni muhatap alsaydı; ne yapardın o zaman? O anda can vermez miydin?
Bu mana denizi çok engindir... Orada azimet sefineleri yüzer... İçinde ise; Hak yolcuları... Onlar için, ne dalganın önemi vardır; ne de çeşitli deniz tehlikelerinin... Sakın o yolcuları taşıyan sefineleri küçük sanmayasın...
İşte onun tarifi:
- "O sefineler; dağlar gibi. Dalgalar arasından süzülür gider... O, yolcuları çeker; götürür." (11/42)
Ve bu yüce manalar taşıyan cümle; aynı zamanda o yolcuların sefine yelidir... Yelkenlerini iter.
Düşün... Bir daha... Bir daha düşün...
- "Onlar Allah'ı; Allah da onları sever..." (5/54)
Bu Ayet-i Kerime'nin delalet ettiği derin manayı düşün... O mana engin bir denizdir... Ve bu denizin adı; aşk denizidir. Muhabbet, sevgi denizidir. Muhabbet ehli, bu denizde yelkenini açar... Ötelere doğru yol almaya başlar... Yelkeni safinelerinin, bir sağa, bir sola yatması, onları korkutmaz... Dalgalar onları yoldan alamaz...
Dağlar gibi dalgalar gelir; onları altına almak ister... Fakat yüce Allah onları korur. Onlar da bunu bilir. Yine de yalvarmadan edemezler; her biri:
- "Ya Rabbi, beni mübarek bir menzile indir. Çünkü menzil sahiplerinin hayırlısı sensin..." (21/101)
Diyerek yalvarmaya 'başlar... Bu menzil ne olabilir ki? Hazret-i Hakka yakınlıktan başka. Ne var ki, her yerde olduğu gibi burada da
istidatlar konuşur...
Yalvarırlar... Yakarırlar... Ama:
- "O kimseler ki, haklarında tarafımızdan iyilik fermanı çıkmıştır..." (21/ 101)
Cümlesindeki manadan o başka elde bir şey yoktur... O yolda kaybolan canları kim arar ki? Kesilen başları kim sorabilir ki... Yalnız, kurtulması mukadder olanlar kurtulur... Çünkü ezelî istidad öyle gelmiştir...
Deniz kabarsın; dalgalar, o aşk yolcularım içine alsın isterse... Hak ezelde kurtulmasını dilemişse; bir an içinde olur:
- "C u d î..." (11/44)
Dağına salimen indirir...
Artık onlara Rahmanın cezbelerinden bir cezbe gelmiştir... Ellerinden tutmuş :
- "Doğruluk makamı..." (54/55) Tabir edilen yere çekmiştir...
Bu makam, ezelî istidada göre lütuf ve ihsanların yağdığı bir makamdır...
Makam bir değil, birçoktur. Her makamı aşıp öbürüne geçmek için arada;
şahsa göre değişen bir veya birkaç durak olur... Aslında tek olarak bilinen ama aşılması oldukça zor bir durak var ki,
hepsinin mutlaka uğrayacağı bir duraktır... İşte o durak:
- "Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?" (7/172)
Mealindeki cümlede gizlidir... Bu durağı aşanın artık yolu, vuslat âlemine doğru uzar... Buraya kadar gelebilen istidatlı olsa gerek... Bunu o yolcular da anlar; neşe ve şadlık içinde mest olurlar... Hayran olurlar...
Sonra onlara ilahî nimet sofraları serilir. O sofralardan bol, bol nasip alırlar... Çünkü o nimetler:
- "O kimseleredir ki; onlar ihsan ettiler. . Sonra bunlar için HÜSNA ve ZÎYADE'si vardır." (10/26)
Ayet-i Kerimesiyle tarif edilmektedir... Burada, HÜSNA’YI tümden nimetler; ZÎYADE'yi ise, lika-i ilahî olarak anlatabiliriz...
Hakka vasıl olmak isteyen herkes, bahsi geçen dalgalı ve engin denizleri aşmak zorundadır. Onları aşıp, Hakka varmak için, bu yolda insana tek şey lazımdır: AŞK... Bu olduktan sonra korkma... Her denizi, deryayı aşarsın... Ummanlar önünde bir hendek kadar ufak kalır... Dağlar ve ovalar sana bir adımlık yol olur...
Her yolcuyu bu yolda aşk yürütür... Aşk bu yolda Hak erlerine bir ateş... Bu ateş, onların her dem içim yakar kavurur... Yansın... Yanana su mu esirgenir; hastaya tabib mi gelmez ki? Hele bir de; yanan Hak aşığımı kalbi, hasta olan da onun gönlü olursa... İşte böyle olanların içi yandıkça, aşk şarabı imdatlarına yetişir... Aşk şarabından başka onların ateşini ne söndürebilirdi ki, zaten...
Onlara aşk şarabı getiren kadehin adı; KÜRBÎYET'tir... VÎSAL camıdır... Yakınlık camı ve visal kadehi... Ne güzel ve ne ulvî şey...
O anda onları, huri misal sakiler dolanır. . Allah aşkıyla içi yananın özüne bir şeyler boşaltır... Yani AŞK ŞARABI... Onlar, verene hiç bakmaz; içer, içer hiç kanmazlar... Nasıl kansınlar, çünkü:
- "Onlara; Rableri. Pak şarabı içirdi..." (76/21)
O ne ŞARAB’ D IR... İçilirken visal olursa... Ve sakisi ALLAH... Onun şanı, çoktan da çok yücedir...
Artık onlar, ereceklerine ermişlerdir... Bulacaklarım da bulmuşlardır. Bilmem daha ne bulmaları istenir ki... Onu bulmayan niçin durur ki. Onu bulan da neden mahrum olur ki...
Son yolculuk durağı orasıdır. Oraya vasıl olduktan sonra, sonsuz ve ebedî mülk ve devleti bulurlar...
İşte onların erdiği âlemi anlatan Ayet-i Kerime:
- "Baksan... Sonra dönüp yine baksan... Ne görebilirsin ki? Nimet ve büyük bir saltanattan başka..." (76/20)
Bu varı yitirmek ne güzeldir... Çünkü bu yolda yitirilen varlığın karşılığı Hakkın visalidir... Cenabı-ı Hak cümlemize bu varlıktan soyunmayı ve vuslatı nasip eylesin... Âmin!: