Abdulkadir Geylani Hazretleri'nin Menkıbe ve Kerametleri
BİRİNCİ MENKIBE
Birinci menkıbe, Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.s)'nın Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri (k.s.)'nin omzuna ayağını koyması hakkındadır.
Cevahiru-l Galaid’in sahibi, “Mecmua'l Fezail” adlı eserden naklederek şöyle dedi; “Allah (Celle Celalühü) onların hepsinden razı olsun. Sofilerin şeyhlerinden işittim ki; seyyidimiz şeyh Seyyid Abdülkadir Geylani Gavsu'l Azam’dır. Çünkü her ne vakit Gavs kelimesi anılsa, maksat Seyyid Abdülkadir Geylani olur. Çünkü ona Hakk tarafından Gavs diye hitab olundu. Risale-i Gavsiye’de de böyle zikredilir.
Seyyid Abdülkadir Geylani, miraç gecesinde Peygamber Efendimizi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i gördü.
Bu mübarek gecede, “Velayeti Muhammediye makamı” ve “Mahbubluk Veraseti Hilati” ile şereflendi. Allah (Celle Celalühü) ondan razı olsun. Seyyid Abdülkadir Geylani’den nakledildiğine göre; “Dedem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) miraca çıktığında, Sidretul müntehaya ulaşınca, Cebrail (Aleyhisselam) durdu ve;
- “Ya Muhammed! Bir parmak ucu geçersem yanarım" dedi. Allah (Celle Celalühü) insanların ve cinlerin seyyidinden istifade etmem için benim ruhumu o makama gönderdi. O’na ve O’nun aline ve ashabına salat ve selam olsun. Onunla şereflendim ve ben büyük nimetlere kavuştum. Yüksek verasete ve hilafete eriştim. Burağın yerine geçtim. Hatta dedem Rasulullah sırtıma bindi. “Kabe Kavseyn” makamına ulaşana kadar dizginlerim elindeydi. Ve;
- Ey oğlum, ey gözümün nuru! Benim bu iki ayağım senin boynunda, senin ayakların ise, Allahü Teala'nın bütün velilerinin boynundadır” buyurdu.
İKİNCİ MENKIBE
Şafii ulemasının meşhurlarından olan ibn Hacer el-Heytemi el-Mekki, meşhur el-Feteva-i el-Hadisiyye adlı eserinde şunları yazmaktadır:
Şeyh Abdulkadir mecliste vaaz verirken, “Bu ayaklarım Allah Teala'nın bütün velilerinin omuzları üzerindedir” demiştir. O an insanların evliyalarının hepsi, bazılarının dediğine göre cinlerin evliyalarının da hepsi, başlarını öne eğerek ona boyun eğdiler ve Seyyid Abdulkadir Geylani’nin söylediklerini kabul ettiler. Ancak İsbahanlı bir adam kabul etmedi. Bundan dolayı velayet hali ondan alındı. O anda boynunu uzatanlardan bazıları şunlardır; Ebu'n Necip es-Sühreverdi, boynunu uzatarak başım üzerine, başım üzerine dedi.
Ahmed er-Rufai, ona neden boynunu eğdiğini sordular da, O şu cevabı verdi;
Şeyh Abdulkadir, “ayağım her velinin boynundadır” diyor. Ebu Medyen el-Mağribi; “Evet ben Mağrib’te ona boynunu uzatanlardan biriyim” dedi ve ilave etti: “Allah'ım seni ve meleklerini o sözü duyduğuma ve itaat ettiğime dair şahit gösteririm.”
Abdurrahim el-Konevi de boynunu uzatanlardandır. Ona neden böyle yaptığını sorduklarında şu cevabı verir;
“Seyyid Abdülkadir Geylani, ayağım her velinin boynundadır” diyor. Bizim zikrettiğimiz ve zikretmediğimiz ariflerin çoğu; “Seyyid Abdülkadir Geylani bu sözü söylemişse ancak kutbuyetini ilan etmek için emirle söylemiştir” derler ve hiç kimsenin muhalefet etmeye gücü olmadı. Bilakis bu olay çok kişiden pek çok senetlerle geldi.
Seyyid Abdulkadir Geylani daha doğmadan yüz sene kadar önce şöyle haber verdiler; İleride acem bölgesinde büyük derecesi olan biri doğacak ve; “Ayaklarım Allah'u Teala'nın bütün velilerinin hepsinin omuzlan üzerindedir” diyecek ve onun zamanındaki evliyalar, onun ayaklarının altına girecek.
ÜÇÜNCÜ MENKIBE
Bu menkıbe, Allah (Celle Celalühü) dostuna edepsizlik yapan kişinin imansız gitmesi hakkındadır. Bu çok garip bir mesele değildir. Allah (Celle Celalühü) dostları yeryüzünün kandilleri gibidir. Bu kandiller bütün insanların istifade ettikleri nurlardır. Bu nur ise kaynağını kutlu bir silsile ile Allah (Celle Celalühü)'tan almaktadır.
Kendi zamanında Şafiilerin imamı olan Ebu Sai'd Abdullah anlatıyor: İlim öğrenmek için Bağdat’a girdim. İbn Sağa ile karşılaştım. Nizamiye medresesinde ilim tahsil ederken onunla yoldaş oldum. Onunla salih kişileri ziyaret ederdik. Bağdat’ta kendisine Gavs diye hitab edilen, istediğinde ortaya çıkan, istediğinde kaybolan bir zat vardı. Ben, İbn Saka ve Şeyh Abdulkadir Geylani, o zatı ziyaret etmeye niyet ettik. Şeyh Abdulkadir Geylani o zaman gençti. İbni Sağa:
-“Ona cevabını bilemeyeceği bir soru soracağım” dedi. Ben ise;
-“Ona bir soru soracağım ve soru hakkında ne diyeceğini bekleyeceğim” dedim. Şeyh Abdulkadir ise şöyle dedi;
“Ona (onu rencide etmek için) bir şey sormaktan Allah (Celle Celalühü) korusun. Ben onun önünde bakışının bereketini beklerim” dedi.
Ve onun yanına girdik. Ancak bir müddet sonra onu görebildik. Yanına gittiğimiz şeyh, Ibni Sağa’ya öfkeli olarak baktı ve şöyle dedi;
-“Yazık sana ya Ibni Sağa. Bana cevabını bilemeyeceğim bir soru mu soracaksın? Sorun şu, cevabı da şudur. Sende küfrün ateşinin alevlendiğini görüyorum.” Sonra bana bakarak dedi ki;
-“Ya Abdullah! Bana bir soru sorup, ne diyeceğime mi bakacaktın? Sorun şu cevabın da şudur; kötü edebinden dolayı dünya kulak memelerine kadar seni yutacaktır.” Sonra şeyh Abdulkadir’e baktı, ona yaklaştı ve ikramda bulundu ve dedi ki;
-“Ya Abdulkadir! Güzel edebin sebebiyle Allah (Celle Celalühü)’ı ve Resulünü razı ettin. Sanki seni kürsünün üzerine çıkıp, cemaate sohbet ettiğini ve; “Bu ayaklarım Allah (Celle Celalühü)’ın bütün velilerinin omuzlan üzerindedir” dediğini, vaktindeki bütün evliyaların senin büyüklüğünden dolayı boyunlarını uzattıklarını görüyorum” dedi. Sonra kayboldu. Artık onu göremedik. Şeyh Abdulkadir’e gelince onda Allahü Teala’ya yakınlık alametleri zuhur etti, bunda kimsenin şüphesi olmadı. Ve şeyh Abdulkadir; “Ayaklarım Allahü Teala'nın velilerinin hepsinin omuzları üzerindedir” dedi. Onun zamanındaki bütün veliler bu sözü kabul ettiler.
Ama İbn-i Saka’ya gelince, şer’i ilimlerle meşgul oldu. Hatta zamanındaki birçok ilim ehlinden üstün oldu. Bütün ilimlerde onunla münazara edenleri yenmekle meşhur oldu.
Fasih bir lisanı ve hoş bir üslubu vardı. Bundan dolayı halife ona yakın oldu ve onu Rum kralına elçi olarak yolladı. Kralın onu ilim ve fesahat sahibi olarak görmesi hoşuna gitti. Kral papazları ve Hıristiyan bilginlerini topladı. Ve İbni Sağa onlarla münazara etti. Deliller getirerek onları yendi ve aciz bıraktı. Bu sebeple kralın yanında derecesi çok olur ve fitnesi fazlalaşır. Kralın kızını görür ve aşık olur. Kraldan kızıyla kendisini evlendirmesini ister.
Kral; 'Tamam, ancak Hıristiyan olursan evlendiririm.' der. İbn-i Sağa Hıristiyan olur ve kralın kızıyla evlenir. İbn-i Sağa bir müddet sonra hastalanınca onu sokağa atarlar, insanlardan yiyecek dilenir, fakat kimse ona icabet etmez. İbn-i Sağa üzüntülü ve kederliydi. Hatta onu tanıyan birisi ona uğrar ve nedir bu halin der. İbn-i Sağa cevaben, sebebini biliyorsun. Fitne beni bu hale getirdi. Bu kişi İbni Sağa’ya Kur'an'dan ezberinde bir şey var mı? Diye sorar. O:
-“Ne gezer, sadece;
رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ كَانُواْ مُسْلِمِينَ
“İnkar edenler, zaman zaman keşke biz de Müslüman olsaydık diye arzu ederler” (Hicr, 2) ayetinden başka hiçbir ayet aklımda kalmadı” dedi.
Sonra bir gün ona uğradım, can çekişiyordu. Onu kıbleye çevirdim, o ise doğuya döndü. Ben kıbleye çevirdim, o doğuya döndü; ta ki ruhu çıkana kadar. Yüzü doğuya dönük olarak ruhu çıktı.
Ruhu çıkarken Gavs'ın sozünu tekrar ediyordu ve biliyordu ki; başına gelenler onun sebebiyleydi. Ebu Said Abdullah der ki; bana gelince Dımaşk'a (Şam) gittim. Sultan Salih Nureddin beni zorla vakıfların yöneticiliğine atadı. Ben de kabul ettim. Ve tamamen dünyaya yöneldim. Gavs'ın bizim hakkımızda söylediği sözler doğru çıktı.
Öyleyse ey kardeşler!
Şafii mezhebinin büyük imamlarından olan İbn Hacer el-Heytemi’nin naklettiği ve mütevatir olduğunu söylediği bu kıssadan ibretler alınız. Allah (Celle Celalühü) dostları olan evliyalara, alimlere ve şalih kişilere dil uzatmaktan, onları haksız ithamlarla tenkit etmekten sakının. Onların hak etmediği cümleleri söyleyerek kalplerini kırmayın.
Biliniz ki; Allah (Celle Celalühü) dostlarının kalpleri çok narindir. Onlar incinmeye gelmezler. Onları incitmeye çalışanlar, bizatihi kendileri incinirler. Çünkü onların okları zehirlidir. Nitekim yukarıda örneklerini gördük.
Salihlerin duası Allah (Celle Celalühü) katında çok değerlidir. Yüce Allah (Celle Celalühü) onların ellerini boş döndürmez. Onlara sataşıp da kendi helakini arayan günahkar kişilerden olmayasınız. Öyleyse sürekli hayır dualarını almaya çalışarak, onlar hakkında hayırdan başka şeyler düşünmeyin. Zira bu konuda şeytan sürekli atak halindedir. Her an ayaklarınızı kaydırabilir. Nefsinizi bir an ele geçirir de dünya ve ahirette pişman olacağınız nice işleri yaptırır.
DÖRDÜNCÜ MENKIBE
Bu menkıbe Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri'nin bir ölüyü diriltmesi hakkındadır.
“Esraru't Talibin adlı eserde şöyle anlatılmıştır; Gavsu'l Azam bir gün bir mahalleden geçerken Müslüman biriyle Hıristiyan birinin tartıştığını gördü. İkisinin neden dolayı mücadele ettiklerini sordu. Müslüman olan dedi ki;
-Bu Hıristiyan; “Bizim peygamberimiz, sizin peygamberinizden daha üstündür” diyor, ben de hayır, bizim peygamberimiz sizin peygamberinizden daha üstün diyorum. Gavsu'l Azam, Hıristiyan olana dedi ki;
-Sizin nebiniz İsa (Aleyhisselam)’ın bizim nebimiz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den daha üstün olduğunu hangi delil ile ispat ediyorsun? Hıristiyan şöyle cevap verdi;
-Bizim nebimiz ölüleri diriltirdi. Gavsu'l Azam da dedi ki;
-Ben nebi değilim. Muhammed (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’e tabi olanlardanım. Şayet ölüyü diriltirsem bizim nebimiz Muhammed Mustafa'ya iman eder misin? Hıristiyan;
-Evet dedi. Gavsu'l Azam dedi ki;
-“Bana çürümüş, eski bir kabir göster, bizim nebimiz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in üstünlüğünü göreceksin” dedi. Bunun üzerine Hıristiyan olan, Gavsu'l Azam'a çok eski bir kabir gösterdi. Gavsu'l Azam Hıristiyan'a dedi ki:
Sizin nebiniz ölüyü diriltirken hangi kelam ile hitapta bulunurdu? Hıristiyan cevaben dedi ki; bizim nebimiz ölüye; “Allah'ın izniyle kalk” derdi. Gavsu'l Azam Hıristiyan’a:
-“Bu kabrin sahibi dünyada iken şarkıcı idi. İstersen onu şarkı söylüyor olduğu halde dirilteyim” dedi. Hıristiyan da
-Tamam, dedi. Gavsu'l Azam kabre yöneldi ve:
-“Allah'ın izniyle kalk” dedi. Kabir yarıldı, ölü diri olarak, şarkı söyleyerek kalktı. Hıristiyan bu kerameti ve bizim nebimiz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in üstünlüğünü görünce, Gavsu'l Azam'ın vesilesiyle Müslüman oldu. Allah’u Teala onun bereketi sebebiyle ondan ve bizden razı olsun.
BEŞİNCİ MENKIBE
Bu menkıbe Hazreti Gavsu'l Azam’ın denizde boğulan çocuğun, geri döndürülmesine vesile olması hakkındadır.
“Hakikatu'l Hakaik” adlı risalede şöyle anlatılmıştır:
Çocuğu denizde boğulan bir kadın, Hazreti Gavsu'l Azam'ın yanına gelir ve:
-“Benim çocuğum denizde boğuldu, kesin inancım var ki; çocuğumu canlı olarak bana döndürmeye senin gücün yeter” der. Hazreti Gavsu'l Azam;
-“Şimdi evine git, Allah (Celle Celalühü)’ın izni ve ihsanıyla oğlunu evde bulacaksın” diyerek cevap verir. Kadın eve gitti fakat oğlunu bulamadı. Kadın ikinci kere geldi ve yalvardı. Hazreti Gavsu'l Azam kadına;
-“Tekrar eve git, çocuğunu evinde bulacaksın” dedi. Kadın eve gitti fakat çocuğu yine bulamadı. Kadın üçüncü kere ağlayıp yalvarma ile Hazreti Gavs'a geldi. Hazreti Gavsu'l Azam boynunu eğip murakabeye daldı. Sonra başını kaldırdı ve;
“Evine git, çocuğunu evde bulacaksın” dedi. Kadın eve gitti ve çocuğunu evde buldu.
Hazreti Gavsu'l Azam Mahbubluk makamından niyazını şöyle arz etti;
-Ey Rabbim! Beni o kadının yanında niçin mahcup ettin? Bunun üzerine her şeyin sahibi ve hiçbir karşılık beklemeksizin veren Yüce Allah (Celle Celalühü) tarafından Hazreti Gavs'a şu hitap geldi.
-“Senin o kadına söylediğin andaki kelamın doğrudur. İlk niyazında melekler o çocuğun ayrılmış olan cüzlerini bir araya getirdi. İkinci niyazında onu dirilttim. Üçüncüsünde onu denizden çıkarıp o kadının evine ulaştırdım.” Hazreti Gavsu'l Azam niyazda bulundu;
-“Ey Rabbim! Bütün alemleri ve içindekileri “ol” emriyle yarattın. Kıyamet gününde de insanların bütün cüzlerini bir anda toplayıp haşr edeceksin. Bir cesedin cüzlerini toplayıp ona hayat vermek, senin yüce katında hiçbir şeydir. Bu geciktirmenin hikmeti nedir?” Kadir olan Rabbu'l aleminden hitap geldi;
-“Bu kadarcık latifemden kalbin incinmesin ya Abdulkadir! İstediğini iste sana veririz.” Gavsu'l Azam yüzünü toprağa koyarak yalvardı ve dedi ki;
-“Ya Rabbi, ben bir yaratılanım. Bana layık olan isteme yaratılmışlığıma göredir. Sen ise yaratıcısın. Sana layık olan verme azametine ve yaratıcılığına göredir.” Ve Gavsu'l Azam’a şu hitap geldi;
-“Seni Cuma günü gören herkes mukarreb veli olur ve toprağa bakarsan altın olur.” Gavsu'l Azam dedi ki;
-“Aciz hakkımda inayet buyurulan bu yüksek mertebelerden daha üstün olan Ahmedî velayet rütbesini ihsan buyur ki; bu dünyadan göçünce dahi, velayetim son bulmasın. Kerametlerimin eseri devam etsin.” Bunun üzerine şöyle buyuruldu;
-“Ey Abdulkadir! Evliyamdan hiçbirine vermediğım bir özelliği sana lütfettim. Senin velayet isimlerini kim anarsa sevap kazanacak ve sonsuz feyizlere erecektir."
ALTINCI MENKIBE
Bu menkıbe, Hazreti Gavsu'l Azam'ın ölüm meleğinîn elinden ruhları kurtarması hakkındadır.
Seyyid, büyük şeyh, Ebu Abbas Ahmed er-Rufai’den rivayet edildiğine göre, Seyyid Ahmed er-Rufai şöyle anlattı: “Gavsu'l Azam Seyyid Abdulkadir Geylani'nin hizmetçilerinden biri vefat etti.
Hizmetçinin zevcesi, Gavsu'l Azam’a gelerek yalvarıp ilticada bulundu ve kocasının hayata dönmesini istedi. Gavsu'l Azam murakabeye dalar, batın aleminde ölüm meleğinin kabzedilmiş ruhlarla beraber semaya yükseldiğini görür. Gavsu'l Azam ölüm meleğine;
-“Ey ölüm meleği! Dur ve falanca hizmetçimin ruhunu bana ver” dedi. Hizmetçinin ismini de söyler. Ölüm meleği:
-“Ben bu ruhları ilahımın emriyle kabzettim ve o ruhları, O’nun azamet kapısına göturüyorum. Rabbimin emriyle kabzettiğim ruhu sana teslim etmem mümkün mü?” Bunun üzerine Hazreti Gavsu'l Azam, ölüm meleğine hizmetçisinin ruhunu geri vermesini tekrarladı. Ölüm meleği ruhu vermeme konusunda direndi. Hazreti Gavsu'l Azam, maşukiyet makamının verdiği kuvvetle, ölüm meleğinin elindeki, o gün kabzettiği ruhların içinde bulunduğu zembil suretindeki zarfı, ölüm meleğinin elinden çekti aldı. Ruhlar dağıldı ve bedenlerine geri döndü. Azrail (Aleyhisselam), Allah’u Teala’ya münacatta bulunur ve;
-“Ya Rabbi! Senin velin, mahbubun Abdulkadir ve benim aramda geçeni sen daha iyi bilirsin. Mahbubun Abdulkadir velayet kuvvetiyle bugün kabzettiğim ruhları benden aldı.” Allah (Celle Celalühü), Azrail (Aleyhisselam)’a şu hitapta bulundu:
-“Ey ölüm meleği! Gavsu'l Azam benim mahbubum ve matlubumdur. Hizmetçisinin ruhunu ona niçin vermedin? Bir ruh sebebiyle kabzettiğin ruhların hepsi gitti.” O vakit Azrail (Aleyhisselam), nedamet duydu.
YEDİNCİ MENKIBE
Bu menkıbe, Gavsu'l Azam'ın kız çocuğunu erkek çocuğuna çevirmesi hakkındadır. Değerli okuyucular bu menkıbe sakın garip bir menkıbe olarak gelmesin. İnsanların anne karnında cinsiyetlerini belirleyen temel etken, Allah (Celle Celalühü)’ın sonsuz kudretidir. Bu kudret her zaman her şeye kadir olan tektir. Zaman zaman bizlerin anormal olarak algıladığı işleri gerçekleştirebilir. Tıpkı Hazreti Musa’nın asası gibi. Hazreti İsa'nın eliyle şifa bulan çaresizler gibi. Sevgili Peygamberimiz'in elinde şehadet getiren taş gibi... Elinin değdiği yemeklerin bereketlenmesi gibi. İşte sonsuz kudretin sahibi bir şeye ol dediğinde olmaması mümkün müdür? Asla mümkün değildir. İşte burada bu kudret, sevgili bir mahbub kulun vesilesiyle ortaya çıkıyor.
Eş-şeyh Muhammed Sadık el-Kadiri eş-Şihabi es-Sadi anlatıyor;
Şeyhim, şeyh Davud el-Kadiri’den işittim. O dedi ki; bir adam Gavsu'l Azam’ın yanına gelerek:
- ‘Bu büyük kapı, ihtiyaçların yönü (Allah (Celle Celalühü)’tan istenmesinde vesile olan ve kurtuluşun merkezidir. Ben de o kapıya yöneliyorum. Ve bir erkek çocuk istiyorum” der. Gavsul Azam:
-“Allah’u Teâlâdan sana istediğini vermesini talepte bulundum. İstediğini sana verecek dedi.” Adam, Hazreti Gavsu'l Azam’ın meclisinde, Gavs'ın huzurunda her gün bulundu. Mutlak kudret sahibi olan Allah’u Teala'nın hikmetiyle adamın bir kız çocuğu doğdu. Adam kız çocuğunu alarak Gavsu'l Azam'a getirir ve:
-“Bizim konuşmamız erkek çocuğuydu, bu ise kız çocuğudur” der. Gavsu'l Azam adama:
“Onu sar ve eve götür. Gayb örtüsünün arkasından neyin zuhur edeceğini göreceksin” der. Adam, kız çocuğunu sarar, alır ve evine götürür. Örtüyü açtığında Allah’u Teala'nın kudretiyle kız çocuğunun erkek çocuğuna dönüştüğünü görür.
SEKİZİNCİ MENKIBE
Sekizinci menkıbe, Hazreti Gavsu'l Azam’ın müridini dünya ve ahiret ateşinden kurtarması hakkındadır. Kadı İmadi ulvi b. Nizameddin şöyle anlatmıştır:
Burhaniyur beldesinde zengin, ateşe tapan ve komşum olan bir adam vardı. Hazreti Gavsu'l Azam'a olan inancı tamdı. Her sene çok çeşitli yemekler yapar, faziletli kişileri, ileri gelenleri ve fakirleri çağırıp yedirirdi. Mumlar yakıp oturma yerini türlü süslerle ve kokularla güzelleştirirdi. Ve bütün bunların hepsini Hazreti Gavs'a olan muhabbetinden yapıyordu. Hintli olan bu adam vefat edince yakmak için onu malum yerlerine aldılar. Çok odun toplayıp üzerine bol yağ döktüler, adamı odunların ortasına koyup tutuşturdular. Ne var ki Allah’u Teala'nın kudretiyle ateş ne adama ne de adamın vücudundaki bir kıla tesir etmedi. Hintliler bu duruma şahit olduklarında dedikodu etmeye başladılar ve (batıl inançlarına göre) kendilerini ateşten (ateşin onları cezalandırmasından) kurtarmak için onu nehre atmayı kararlaştırdılar. Onu suya atmalarından sonra, evliyadan bir zat rüyasında Hazreti Gavsu'l Azam’ı görür. Gavsu'l Azam ona falanca Hintlinin manevi evlatlarından olduğunu, Ehlullahın yanında isminin Sadullah olduğunu haber verir ve; "Onu al, yıka ve cenaze namazını kılıp defnet. Muhakkak Allahu Teâlâ bana, 'senin müridini dünya ve ahiret ateşiyle yakmayacağım ve dünyada ömürlerini güzel bir sonla neticelendireceğim' der.” Daimi olan bu nimetten dolayı Allahü Teala’ya hamd olsun.
DOKUZUNCU MENKIBE
Hazreti Şahı Nakşıbendi (Kuddise Sirruhu)’nin hazreti Gavsu'l Azam Seyyid Abdulkadir Geylani (Kuddise Sirruhu)’tan faydalanmaları ve Hazreti Şaha, niçin “Şahı Nakşibendi’ denildiği hakkındadır.
Şeyh Arifibillâh Abdullah Belhî, “Havariu'l Ahbab fî Marifetil Aktab” adlı kitabın 25. babında; "Kutbu-l ibad, Gavsul bilad, havace behau-l halki ve-l hakikati veddin Muhammed b. Muhammed Nakşibendî (Kuddise Sirruhu)” bahsinde anlatıyor:
Havaceği Sermest (Kuddise Sı'rruhu) ağzından işittim ki; Buhara'da oturan kâmil şeyhlerden işittiğini şöyle anlatmıştır:
Hazreti Gavsu'l Azam bir gün yüksek bir yerde cemaatle beraberken Buhara tarafına yöneldi ve seçkin olanın kokusunu koklayıp buyurdu ki; ‘Vefatımdan 157 sene sonra Bahaeddin Muhammed Nakşibendî isminde Muhammedi meşrepte, kalenderi bir zat dünyaya gelecek ve velayetimin özellikleriyle kemal bulacak” Hazreti Gavsu'l Azam’ın dediği gibi de oldu. Anlatılır ki; Hazreti Şahı Nakşibendî (Kuddıse Sirruhu), Şeyh Seyyid Emir Külal (Kuddıse Sirruhu)’a bağlanınca, Seyyid emir Külal, kendisine Allah (Celle Celalühü)'ın zikriyle meşgul olmasını emretti. Ancak, şahı Nakşibendî (Kuddise Sırruhu), kalbinde ismi azamın nakşı bir türlü mümkün olmadı. Bu yüzden şahı Nakşibendî’de tam bir kabz (derin bir darlık) meydana geldi. Kırlara çıktı. Hızır (Aleyhisselam)'ın ona doğru geldiğini gördü. Ona yönelip selam verdi.
Hızır (Aleyhisselam), ona;
-“Ey Bahauddin sana Gavsu'l Azam’a yönelmeni tembihlerim. Onun bereketiyle hemen feyiz bulursun.
Şahı Nakşibendî (Kuddise Sirruhu), o gece rüyasında insanların ve cinlerin Gavsı Abdulkadir Geylani (Kuddise Sirruhu)’yi görür. Hazreti Gavsu'l Azam eliyle şahı Nakşibendî (Kuddise Sirruhu)’nin göğsüne işaret ederek, sırrıyla onun batınına ismi Azam'ı nakşeder. Zira beş parmak, Allah (Celle Celalühü)’ın ismi Azam'ının yazılışına benzer. Ve Hazreti Şah, kalbinde Allah (Celle Celalühü)’ın isminin yazıldığını görür. Şahı Nakşibendi (Kuddise Sirruhu)’nin diyarında bu olay meşhur olunca kendisine bu husus sual edildi. Hazreti Şah şöyle dedi;
Bu, Gavsı Azam’ın bana ihsanda bulunduğu gecedeki feyizlerden ve yardımlardan biridir. O geceden sonra önceki halime nispeten halimde fazlalık gördüm. Şahı Nakşibendî (Kuddise Sirruhu)'nn bu isimle meşhur olması Hazreti Gavsu'l Azam’ın ismi Azam'ı onun kalbine nakşetmesinden dolayıdır.
Bu nakış, Hazreti Şahın hizbine (özel dua) devam eden isteklilerin de kalplerine yazılır. Şahı Nakşibendi (Kuddise Sirruhu)’den, Hazreti Gavsu'l Azam’ın; “Ayaklarım bütün evliyaların omuzları üzerindedir sözü hakkında ne dersiniz?" diye sordular. Şahı Nakşibendî (Kuddise Sirruhu), cevaben şöyle dedi: “Hazreti Gavsu'l Azam’ın ayakları benim gözüm ve basiretim üzerine olsun”.
Şahı Nakşibendi (Kuddise Sirruhu), Hazreti Gavsu'l Azam hakkında şu şiiri söylemiştir:
İki alemin padişahı Şah Abdulkadir’dir.
Ademoğlunun serveri şah Abdulkadir'dir.
Güneş, ay, arş kürsi, kalem, kalplerin
Nuru hep şah Abdulkadir’dir.
ONUNCU MENKIBE
Hazreti Gavsu'l Azam Seyyid Abdulkadir Geylani’nin ellerini balıkların öpmesi ve su üzerine serilmiş bir seccadede, makamı büyük kişilere imamlık ederek namaz kıldırması hakkındadır.
Şeyh Süheyl ibn Abdullah Tusteri (Kuddise Sirruhu), “Keşf” adlı eserinde şöyle buyurmuşlardır:
Bağdat halkı arasında öyle makamı büyük ve yüksek güce sahip bir kişi çıkacaktır ki; kerameti kevniyye ve ilmiyesi son derece yüksek olacaktır. Öyle ki; Dicle’nin balıklarının onun el ve ayaklarını öpmesine şahit olmaktayım. Size bu büyük zatı müjdelerim. Ortaya çıkması müjdelenen Gavsu'l Azam Seyyid Abdulkadir Geylani, değerli taşlarla donanmış, altın ve gümüş işlemeli bir seccadede ibadet etmektedir. Bu seccadenin ilk satırında;
أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
ayeti celilesi yazılıydı. Manası: "Bilesiniz ki; Allah (Celle Celalühü)’ın dostlarına korku yoktur ve üzülmeyecekler de.” (Yunus, 62) Seccadenin üzerinde aslan heybeti ile duran Gavsu'l Azam'ın arkasında, onun imametine uyarak bütün devrin velileri ve görünmeyen makamında yüksek kişiler namaz kılmaktadır.
ONBİRİNCİ MENKIBE
Hazreti Gavsu'l Azam’ın tavuğun dirilmesine vesile olması hakkındadır.
Büyük şeyhlerden şöyle rivayet edilmiştir:
Bir kadın çocuğuyla beraber Hazreti Gavsu'l Azam’ın yanına gelir, çocuğunu Gavs'a teslim eder ve:
-“Bu benim çocuğum, terbiye etmeniz için size teslim ediyorum” der. Hazreti Gavsu'l Azam, çocuğu halvete oturtur. Bir kaç gün sonra kadın çocuğunu görmek için gelir. Çocuğunu incelmiş, zayıflamış ve yanında arpa ekmeğini görünce, Hazreti Gavsu'l Azam’a gider, Gavsul Azam’ın tavuk yediğini görür ve şöyle der:
-“Ya Gavs! Siz tavuk eti yiyorsunuz, benim oğlum ise arpa ekmeği yiyor ve oğlum incelip zayıflamış.” Hazreti Gavs konuşmaz, tavuğun kemiklerini toplar ve
-“Çürümüş kemikleri dirilten Allah’u Teâla’nın izni ile kalk” der. Allah’u Teâlâ, tavuğu diriltir ve Hazreti Gavs kadına;
-“Maksadım oğlunun bu makama ulaşmasıdır. Oğlun bu mertebeye geldikten sonra hangi yemeği yerse yesin. O zaman zararı olmaz.”
ONİKİNCİ MENKIBE
Şeytanların Hazreti Gavsu'l Azam'a hücum etmesi hakkındadır.
Şeyh Osman es-Seyrefani anlatıyor:
Abdulkadir’den şöyle dinledim; "Geceleri harabelerde kalırdım. Bağdat’a inmezdim. Toplu halde silahlı şeytanlar gelip, benimle çarpışarak bana ateş ederlerdi. Kalbimde son derece azim ve direnç hissederdim. İçten bir ses duyardım: “Ey Abdulkadir! Kalk onlarla savaş. Korkma biz seni kuvvetli kıldık. Yardımlarımızla muhakkak onlara galip geleceksin.” Bu sesi duyunca onlara hücum ederdim. Sağa sola dağılıp kaçarlardı. Geldikleri yerden gidip benden uzaklaşırlardı. Hele içlerinde koca bir şeytan vardı. Durmadan bana gelir; buradan git yoksa sana şöyle yaparım” diye tehdit savururdu. Ben de var gücümle ona bir tokat atardım. Benden uzaklaşır giderdi. Yürekten bir “La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim" deyince hemen baştan tırnağa yanardı, ben de onu seyrederdim...” Bir defasında bana çirkin görünüşlü ve son derece pis kokan bir şahıs gelerek;
-“Ben İblisim. Sana hizmet etmeye geldim. Beni ve avanemi çok yordun” dedi.
-“Sana itimadım yok. Hadi uzaklaş buradan dedim... Bunun üzerine elini kaldırıp bana vuracak oldu. Fakat ben ona fırsat bırakmadan başına bir darbe indirdiğim gibi yerin dibine gömdüm...”
İkinci defa yine geldi. Bu sefer elinde ateşten büyük bir kıvılcım vardı, durmadan onunla bana hücum ediyordu. Derken atlı bir adam, elinde kılıç bana yardıma gelmez mi! Hemen kılıcı aldım ve iblisi sırtüstü yuvarladım.
Üçüncü defa onu benden çok uzak yerde ağlar gördüm. Başının üstüne toprak saçıyor ve şöyle diyordu:
-“Senden ümidimi kestim. Galiba seni saptıramayacağım” dedi. Ben de;
-“Sus ey melun!” dedim.
-“İşte bu azap kamçılarından daha şiddetlidir bana” diye mukabele etti. Şeytanı başımdan savdıktan sonra, bana şöyle haller vaki oldu:
Bir seferinde bana dünya zevk ve ziynetleri göründü ve sordum:
“Bunlar nedir?”
-“Bunlar dünya zevk ve ziynetleridir. Senin gibisini avlamaya geldiler” diye cevap verildi. Bunun üzerine ben onlarla savaştım. Yüz vermedim. Benden yüz bulamayınca kaçıp gittiler. Sonra benimle alakalı birçok engel gördüm ve sordum:
“Bunlar nedir?
-“Bunlar senin yaratılışında bulunan bazı sebeplerdir.” diye cevap verildi. Bunun üzerine onların sırtını yere getirmek için tam bir yıl uğraştım, nihayet galip geldim, hepsini kendimden koparıp attım... Sonra kendi içimi seyrettim. Gördüm ki; kalbim bir çok şeyle ilgileniyor, hayaller kuruyor, kendini saraylarda sanıyor... Sordum;
-“Bunlar nedir?
-“Bunlar senin iraden ve ihtiyarın” dediler.. Bunun üzerine tam bir yıl çalıştım, nihayet kalbimi bu gibi şeylerden alıkoydum.
ONÜÇÜNCÜ MENKIBE
Hazreti Gavsu'l Azam'ın annesinin başörtüsünü alan doğan hakkındadır.
Sultan çocuk on yaşında iken anne tarafından şu hadise ona anlatıldı:
“Senelerce evveldi, bir gün çölde gidiyordum, karşımda bir bedevi çıktı ve bana saldırdı. O zaman feryadı bastım. Birdenbire gökyüzünde bir doğan peyda oldu ve bedevinin tepesine çullandı. Başına gagasıyla ve kanatlarıyla vurmaya başladı. Bedevi çaresiz kalıp kaçtı. Doğan da benim başımdaki örtüyü alıp, fezaların derinliklerine doğru uçtu gitti. O kuşa hala taaccüp etmekteyim.” Annesini hayran hayran dinleyen Abdulkadir Geylani Hazretleri tatlı tatlı gülümsedi ve huzurdan ayrıldı. Bir müddet sonra elinde başörtüyle gelip şöyle dedi;
-“Ey benim annem! İşte bu, senin başörtün. O gün gördüğün kuş da bendim." Annesi bu tecelli karşısında gözyaşlarını tutamadı ve Hakk'ın huzurunda şükür secdesine kapandı.
ONDÖRDÜNCÜ MENKIBE
Hazreti Gavsu'l Azam'ın halinde celaliyet sıfatının galibi olması sebebiyle ismini abdestsiz ananların helak olması ve sonra Hazreti Gavsu'l Azam'ın bu haletten vaz geçmesi hakkındadır.
Gülzarül Maani adlı kitapta zikredilir. Celaliyet sıfatı Gavsu'l Azam'da galibi olur. Bu sebeble onun ismini abdestsiz ananların başı cesedinden ayrılıp ölüyormuş. Ceddi Resülullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i rüyasında görür. Ona şöyle der:
Bu haleti terk et! Zaman gelecek insanlar Allah'ın ve benim ismimi edepsiz ve hürmetsizce anacaklar. O da bu haleti terk eder. Bazıları der ki bu halet yayılınca kendisine bir şey olacak diye kimse onun ismini abdestsiz anmaya cesaret edemez. Bağdat evliyaları, Hazreti Gavsu'l-Azam'ın huzuruna gidip bu şiddetten insanları affetmesini talep ederler. Hazreti Gavsu'll-Azam şöyle der:
Ben bu haleti sevmiyorum, ancak Rabbim bana; "Sen benim ismimi yücelttin, biz de seni yücelttik. Kim yüceltirse kesinlikle o da yüceltilir." hitabında bulundu.
ONBEŞİNCİ MENKIBE
Cinlerin Hazreti Gavsu'l Azam’ın emrine uyuşu hakkındadır.
Ebu Said Abdullah b. Ahmed b. Ali el-Bağdadı el-Eczi, başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatmıştır:
537'de 16 yaşında Fatıma ismindeki kızım evin damına çıkmıştı. Baktım aşağı inmedi. Neden sonra öğrendim ki; kızımı kaçırmışlar. Büyük bir korku ve heyecan içerisinde hemen şeyh Abdulkadir'e koştum, durumu kendisine anlattım. Bana şu tavsiyede bulundu: “Bu gece hiç vakit kaybetmeden Kerh'in harabelerine git. Beşinci tepede oturup, yerde; “Bismillah, şeyh Abdulkadir’in niyetine, diyerek bir daire çiz. İyice karanlık basınca oradan çeşitli kılıktaki cinler sana görünüp geçecekler. Seher vakti olunca büyük bir debdebe ve tantana içinde onların kralları beraberinde birçok cin olduğu halde gelecek. Sana ne istediğini soracak. Ona, beni Abdulkadir gönderdi, diyerek kızının durumunu anlatırsın. Bu tavsiye üzerine dediği yere gittim, bana tembih ettiklerini bir bir yaptım... İyice karanlık basınca baktım ki; korkunç manzaralı cinler bölük bölük gelmeye başladılar, fakat çizmiş olduğum daireden içeri giremedikleri için bana yaklaşamadılar. Neden sonra kralları büyük bir debdebe ve tantana içinde geldi ve “Ne istiyorsun söyle bakalım ?" dedi. Beni sana şeyh Abdulkadir gönderdi, dedim. Abdulkadir’in ismini duyunca hemen attan indi, yeri öptü. Yanındakilerle birlikte dairenin dışında oturdu ve sordu;
“Söyle bakalım benimle ne işin var?" dedi. Kendisine başımdan geçenleri anlatınca hemen yanındakilere;
-“Bunu hanginiz yaptı? Bunu kim yaptı?” diye çıkıştı.
-“Bilmiyoruz kimin yaptığını.” dediler.
-“Mutlaka biriniz yapmıştır bu işi!” diye bağırınca, “Mârid” adında bir cin, kızı yanına alarak meydana çıktı. “İşte ben kaçırdım kızı” dedi.
-“Neden yaptın ey “Marid” bu işi?” dedi.
-“Kız gayet güzeldi. Güzelliğine dayanamayıp ona aşık oldum da onun için kaçırdım, dedi. Bunun üzerine hemen;
-“Vurun şunun boynunu! "dedi ve bana kızımı teslim etti. Kendisine;
-“Bugüne kadar, senin gibi Abdulkadir’in emrine candan imtisal eden birini görmedim, deyince;
-“Bu nasıl olmasın ki; O, her gece evinden bakar, cinleri seyreder, cinler onu görünce korkularından sağa sola kaçışırlar. Allah (Celle Celalühü) sevdiği bir kulun emrine insanlardan ve cinlerden birçoklarını verir...” diye mukabele etti.
ONALTINCI MENKIBE
Dicle nehrinde boğulanlar hakkındadır. Aynı kitapta Hazreti Gavsu'l Azam’ın şu kerameti de anlatılmıştır:
Hazreti Gavsu'l Azam bir gün müritleriyle bir nehir kıyısına gelmişlerdi. Kenarında dinlenirlerken, o bölgenin kadınları nehirden testilerle evlerine su taşıyorlardı. İçlerinden yaşlı bir kadın testisini taşırken gözlerinden yağmur gibi yaş döküyor, feryadı figanlar ediyordu. Hazreti Gavsu'l Azam, onun bu halini görünce yanındakilere; “Biriniz gidip şu kadının feryadı figan etmesinin sebebini öğrensin” buyurdu. Müridin biri, kadının yanına varıp niçin ağladığını sordu. Kadın ona dedi ki;
“Benim derdim Yakup’un Yusuf'a hasretinden daha acı, daha derindir. Yiğit bir oğlum vardı. Kendisine uygun bir kız bulup evlendirmiştik. Düğünden sonra Dicle'nin karşı kıyısına çıkmak için gelinle damat, düğün alayı ile birlikte sala bindiler. Sal, nehrin ortasına varınca ani bir rüzgâr çıktı. Bir dalga salı devirdi. İçindekilerin hepsi suya gömülüp boğuldular. Bu felaketten 20 sene geçmiş olduğu halde, acısını kalbimden çıkaramadım. Ne zaman su almak için Dicle'ye gelsem, o günü hatırlarım, ciğer köşem, bir tanecik oğlum! Bu çaresiz anneni bırakıp nereye gittin, diye ağlayıp sızlamaktan kendimi alamam.”
Pîr Hazretleri müridden kadının söylediklerini dinleyince şöyle buyurdu;
-“Git o kadına söyle üzülmesin. Ağlamayı sızlamayı bıraksın. Cenab-ı Hakk’ın yardımı, Rasulü Ekrem'in himmeti sayesinde ayrılığı bitecek, oğluna kavuşacak, ona bunu müjdele.” Adam kadına gidip müjdeyi verdi ama kadın şaşkınlığa düştü ve:
-“Hoş söylersin. Lâkin bu olacak şey mi? 20 yıl önce ölen evladım nasıl geri gelir? Ancak ben ölürsem ona orada kavuşabilirim” deyip ağlamayı sürdürdü. Adam, Pîr Hazretleri'ne kadının teselli bulmadığını, sızlanmasına devam ettiğini anlatınca, Hazreti Gavsu'l Azam göklerin ve yerin yaratıcısına yönelip;
-“Ey alemleri yoktan var eden, her şeye gücü yeten Kayyum Allah'ım! Bu bîçare kadının oğlu, gelini ve onlarla birlikte suda boğulan kullarını lütuf ve ihsanınla dirilt. Gamlı gönüllerimizi sevindir. Bunu senden niyaz ediyorum.” Bir müddet murakabede kaldılar. Sonra dualarının kabul edildiğine dair bir eser meydana çıkmayınca, umman misali gönülleri dalgalanıp coştu. Ehadiyet divanından naz ve niyazla şöyle yakarmaya başladı:
-“İlahımız, Mevla’mız! Bu Abdülkadir kulunun niyaz eylediği şu ana kadar yerine gelmedi. Bu gecikmeden dolayı kudretinden şaşkınlığa düştüm Ya Rabbi...” bunun üzerine hafiften şöyle bir hitap geldi;
-“Ey Abdulkadir! Senin bütün dileklerin izzet dergâhında kabul görür. Ancak fiillerim hükmümün gereği olarak teenni (yavaş) ile ortaya çıkar, acele olmaz. Mühlet vererek inayet ve ihsan buyururum. Bilmez misin ki, bu kâinatı bir anda var etmeye gücüm varken 6 günde yarattım. Çünkü kullarımın işlerinde acele etmemeleri gereğini belli etmek istedim.”
Bu ilahi hitabın arkasından nehir dalgalanıp karıştı. O kadıncağızın oğlu, gelini ve diğer suda boğulan yakınları nehirden çıkıp geldiler. Bu hali gören kadının aklı başından gidip sevincinden bayıldı. Oradaki Müslümanlar, bu eşsiz keramet karşısında secdeye kapandılar. Müslüman olmayanların çoğu şehadet getirip İslam'a girdi. Gavs Hazretleri bu büyük ihsana şöyle şükürler etti:
-“Ey Kadir, Kayyum olan Allah'ım!” Zatının kudreti pek büyük ve sonsuzdur. Her muradı yerine getirirsin. Ölmüş, çürümüş, adı izi kalmamışlara taze can verirsin, dirileri cansız edersin.”
ONYEDİNCİ MENKIBE
Hazreti Gavsu'l Azam'ın yılanla konuşması hakkındadır.
Ahmed b. Salih el-Cili anlatıyor:
Nizamiye medresesinde Abdulkadir ile beraberdim. Ona birçok fakih ve fakir geldiler, onlara anlatmaya başladı. Biraz sonra tavandan büyük bir yılan düştü. Herkes kaçışmaya başladı. O kaçmadı ve anlatmayı da bırakmadı. Yılan geldi elbisesinin altından girip vücudunda dolaşmaya başladı. O anlatmaya devam ediyordu. Yılan göğsünden doğru boynuna çıktı. Boynuna dolandıktan sonra yere inip kuyruğunu havaya kaldırdı. Abdulkadir onunla bir şeyler konuştu. Ama biz bir şey anlayamadık. Yılan uzaklaştıktan sonra birkaç kişi gelip Abdulkadir’e yılanla ne konuştuklarını sordu. O: “Yılanla aramızda şöyle bir konuşma cereyan etti” dedi. Yılan bana dedi ki;
-“Çok evliya denedim. Senin gibisini hiç görmedim” dedi. Ben de bunun üzerine;
-“Sen tavandan düştüğün zaman ben kaza ve kader hakkında halka vaaz veriyordum. Senin kaza ve kader hükmü ile yürüyen ve duran bir hayvancıktan başka bir şey olmadığını da pekâlâ biliyordum. Bu yüzden kavlim ile fiilimin birbirine uygun düşmesin istedim. Ve onun için yerimden kımıldamadım’ diye cevap verdim.
Oğlu Abdurrezzak anlatıyor:
Babamdan dinledim. Dedi ki; Bir gece Camii Mansure’de namaz kılıyordum. Secdede iken büyük bir yılan geldi. Ağzını açtı, beni yutacak sandım. Elimle ittim. Teşehhüde oturunca dizlerimden doğru boynuma tırmandı. Sonra selam verince onu göremedim. Sabah olunca camiye bitişik olan bir harabeye girdim. Orada gözleri dışarıya fırlamış korkunç bir adam gördüm. Hemen onun cin olduğunu anladım. Bana dönerek;
-İşte ben, dün gece gördüğün yılanım. Seni denemek için gelmiştim. Senden önce birçok veliyi denedim. Senin kadar sağlam yürekli ve sabit iradeli birine rastlamadım. Sonra kimisi kalben ve bedenen hasta oldu. Kimisi yalnız kalben hasta oldu. Sen ise maşallah hem kalben hem bedenen dimdik kaldın. Kılın bile kıpırdamadı” dedi ve huzurumda tövbe etmek istedi. Ben de dileğini kabul ederek onu tövbeye getirdim.
ONSEKİZİNCİ MENKIBE
Hazreti Gavsu'l Azam’ın huzurunda eşkıyanın tövbe edişi hakkındadır.
Şeyh Muhammed b. Kaı'd el-Evani anlatıyor:
“Şeyhin yanında idim, ona birçok mesele sordum. Bir defasında da şunu sordum kendilerine:
-“İşini ne üzerine tesis ettin?" cevap verdiler:
-“Doğruluk üzerine. Hayatımda hiç yalan söylemedim. Çocukluğumda, okul çağımda dahi yalan söylemedim. Küçüklüğümde bir Arefe günü sığır gütmeye gitmiştim. Sığır bana dönerek; 'sen bunun için yaratılmadın ey Abdulkadir!' dedi. Hemen korku ve dehşet içinde eve döndüm. Evin damına çıktım. İnsanları arafatta vakfede gördüm. Hemen anneme koştum ve dedim ki; anne beni Allah (Celle Celalühü)’a bağışla. Bağdat’a gitmeme izin ver. Orada ilim tahsil etmek ve salih kişileri ziyaret etmek istiyorum. Annem sebebini sorunca durumu kendilerine anlattım. Ağladı ve kalkıp babamdan kendisine miras kalan 80 dinarı getirdi. Kırkını kardeşime ayırdı. Kalan kırkını da koltuğumun altına dikti. Bana doğruluktan ayrılmayacağıma dair öğüt verdikten sonra izin verdi ve
-“Haydi oğlum! Allah yolunu acık etsin. Yüzünü bir daha görmek bana nasip olmayacak” deyip beni gözyaşları içinde uğurladı. Küçük bir kafile ile Bağdat yoluna koyuldum. Hemedan'ı geçince, aniden altmış atlı eşkıya çıkıverdi. Kafileye saldırdılar. Bana ilişmediler. Biri beni alıp onlardan kaçırdı. Fakat bana sordu;
- ‘Ey fakir yanında ne kadar para var? Ben;
- "Kırk dinar” dedim.
-"Nerende o para?” dedi.
- “İşte şuracıkta, koltuğumun altında saklı duruyor” diye cevap verince bana inanmadı. Kendisiyle alay ettiğimi sanarak yanımdan uzaklaştı. Sonra diğer biri yakaladı beni, ilk defa soran gibi sordu. Ve ben de; ilk seferinde olduğu gibi cevap verdim. Sonra her ikisi beni önlerine katarak eşkıya başına götürdüler. Ona kendilerine nasıl cevap verdiğimi anlattılar. Bunun üzerine eşkıya başı;
-“Getirin, ben onu konuşturmasını bilirim.” Nihayet beni yanına iyice yaklaştırdıktan sonra;
- Nerede paran?” diye sordu.
-“İşte şuracıkta, koltuğumun altında” dedim. Bunun üzerine yakamı yırttı ve parayı aldı. Hakikaten dediğim gibi kırk dinar parayı hilafsız görünce hayret etti ve sordu:
-“Seni bu doğruluğa sevk eden sebep nedir?"
-“Annem benden hiç yalan söylemeyeceğime dair söz almıştır. Ben de ona verdiğim sözde duruyor, o canım anneme hiç ihanet etmiyorum. Ölsem de ona verdiğim sözden asla vazgeçmeyeceğim dedim. Benim bu kesin ve kesin olduğu kadar da samimi olan cevabımı duyunca adam, ben bunca yıl haydutluk yapıp Allah (Celle Celalühü)’ın ahdini bozuyorum.
Nâhak (haksız) yere halkın yolunu kesip soyuyor ve paralarını alıyorum. Benim halim indallah’da (Allah (Celle Celalühü) katında) nice olacak?" deyip tövbekâr oldu. Onun o samimi halini gören diğer çete mensupları; “Sen başımızsın, sen bizden daha iyi bilirsin, madem tevbe ettin, yaptıklarına pişman oldun, biz de tevbe ediyor yaptıklarımıza pişman oluyoruz” dediler. Ve kafileden aldıklarını bir bir sahiplerine teslim ettiler.
İşte huzurumda Allah (Celle Celalühü)’a boyun eğip ilk defa onlar tevbe ettiler.
ONDOKUZUNCU MENKIBE
Hazretİ Gavsu'l Azam’ın kendi nefsiyle mücadelesi hakkındadır.
-“Nefsimi gördüm. Bütün hastalıkları üstündeydi. Heva ve hevesi dipdiri. Şeytanları emre hazır bekliyorlardı. Bir senede onun sırtını yere getirmek için didindim. Allah (Celle Celalühü)’ın izniyle hastalıklarını iyileştirdim. Heva ve hevesini kırdım, şeytanını kovaladım. Ondan sonra bütün her şeyim Allah (Celle Celalühü)’ın oldu... Allah (Celle Celalühü) için oldu. Yapayalnız kaldım. Varlıkların hepsi arkamda kaldı. Fakat matluba vasıl olamadım.
Matluba ulaşmak için tevekkül kapısını denedim. Orasını pek kalabalık gördüm. Geçtim oradan. Şükür kapısını denedim, belki oradan matluba vasıl olurum dedim, olmadı. Orasını da kalabalık buldum. Oradan da savuştum.
Zenginlik kapısından geçeyim dedim, o da olmadı. Çünkü orası da pek kalabalıktı..
Bir de kurbiyyet kapısını çalıp onu da deneyeyim dedim olmadı. Çünkü orası da pek dolu idi.
Soluğumu müşahede kapısında aldım. Ne gezer, orası da ardına kadar dolu. Başka hiçbir yere bakmadan fakirlik kapısına doğru ilerledim. Bir de ne görsem, o kapı benim için ta ardına kadar açık değil mi?. Hemen içine girdim. Girdim ama bütün terk ettiklerim orada tam tekmil beni bekliyorlardı. Orada en büyük hazine kapısı açıldı. En büyük şerefe nail oldum, ebedi zenginlikleri elde ettim. Sonsuz bir hürriyete kavuştum. Bütün boş hayal ve temayüller buz gibi eridi, bütün sıfatlar toz gibi uçup gitti. Hem de bir daha geri dönmemesine... İşte bu ikinci bir vecd idi.
YİRMİNCİ MENKIBE
Hazretİ Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani'nin, kovulmuş velinin kabul edilenler sınıfından olmasına vesile olması hakkındadır.
“Melfusu-l Gıyasiyye” adlı eserde şöyle anlatılır:
Hazreti Gavsul Azam zamanında, büyük evliyalardan bir velinin velayet hali kaldırılır. Büyük küçük herkesin dilinde, “şu adam alemlerin rabbinin merdududur” sözü dolaşıyordu. O zat kamil evliyalardan 360 veliye sığındı, hepsi ona şefaat diledi. Fakat onun hakkındaki şefaatleri fayda etmedi. Hepsi de onun ismini, levhi mahfuzda şakiler arasında gördüler. Kendisine saidlerden olmadığını söylediler. Bunun üzerine o zatın yüzü simsiyah oldu. O zat evliyalar sultanının kapısına yöneldi. Hazreti Gavsul Azam, o zatı gördüğünde;
-“Ya filan gel, sen Allah’u Teala'nın dergahından kovulmuş isen Allah’u Teala'nın izniyle, Allah’u Teala'nın katında kabul edilenlerden olman, velayet gücümün dahilindedir.” Hazreti Gavsul Azam, Yüce Allah’tan onun kabul edilmesini niyaz eyledi. Bunun üzerine ilahi hitap şöyle erişti:
-“Sen bilmiyor musun evliyalarımdan 360 tanesi onun için şefaat diledi de kabul etmedim. Buna göre senin isteğin kabul edilebilir mi? Onun adı levhi mahfuzda şaki olarak yazılıdır.” Gavsul Azam niyazda bulunarak der ki; “Ey rabbim! Sen kabul edilmiş kulunu kovmaya, kovulmuş kulunu da kabul etmeye kadirsin. Bu kulunun kabul edilmesini herhalde istirham ediyorum.” Cenab-ı Hakk buyurdu ki;
-“Ey Abdulkadir! Onun emrini senin eline bıraktım. Nasıl istersen öyle yap. Senin kabul ettiğin, benim katımda da makbuldür. Senin reddettiğini ben de reddederim.” Bunun üzerine Gavsul Azam o adama yüzünü yıkamasını emretti. O an Cenab-ı Hak, onun ismini şakiler zümresinden silip, saidler zümresine yazdı. Ve Hazreti Gavsul Azam’a, Yüce Allah’tan şu hitap geldi:
-"Ya Gavsul Azam, velayet zatının ihsanı, uluhiyetimce de ihsandır. Sana görevden alma ve görev verme tasarrufunu verdim. Senin kabul ettiğin benim katımda da makbuldür. Senin reddettiğini ben de reddederim.”
Ey Allahım! Bizi makbul olanlardan eyle.
YİRMİ BİRİNCİ MENKIBE
Hazreti Gavsul Azam’ın eşkıyayı kutup yapması hakkındadır.
Hazreti Gavsul Azam, Medine-i Münevvere'den Bağdat’a dönerlerken, bir haydut yolcuları soyup mallarını almak için yolda durup birisinin gelmesini bekler. Gavsul azam hayduta ulaşınca, ona kim olduğunu sorar. Haydut ben köylüyüm diye cevap verir. Hazreti Gavsul azam adamın levhi mahfuzda yüzü siyahlardan olduğunu keşfeder. Hırsız bu sırada böyle azamet ve heybet sahibi zat olsa olsa Gavsul Azam Seyyid Abdulkadir Geylani olabilir diye düşünüyordu.
Gavsul Azam, adamın kalbindeki bu düşünceyi keşf eyledi ve; “Evet Abdulkadir benim” der. Bunun üzerine adam, Gavsul Azam'In ayaklarına kapanır ve; “Ey seyyidim Abdulkadir! Kerem et, inayet eyle” diye yalvarır. Hazreti Gavsul Azam, hırsızın haline acıyıp Cenab-ı Allah’a ıslah olması için niyazda bulundu. Hazreti Gavs'a şu ilahi hitap geldi:
-“Ey Abdulkadir! Hayduta doğru yolu göster, irşad et ve onu kutuplardan bir kutup yap.” Hiç şüphesiz hırsız adam, Gavsul Azam'ın nazarıyla kutup oldu.
YİRMİ İKİNCİ MENKIBE
Bu menkıbe, fasık birisinin, Münker ve Nekir'in sualine Abdulkadir diye cevap vererek kurtulması hakkındadır.
Hazreti Gavsul Azam döneminde günahta ısrar eden fasık bir adam olduğu, ancak bu adamın kalbinde Gavsul azam'In muhabbetinin olduğu rivayet edilir. Bu adam vefat ettiğinde onu defnederler. Münker ve Nekir melekleri, adama gelerek; "Rabbin kim, Nebin kim? Dinin ne?" diye sorarlar. Adam, meleklerin bütün suallerine Abdulkadir diye cevap verir. Bunun üzerine kudret sahibi olan Allah’u Teala'nın şu hitabı gelir:
-“Ey Münker ve Nekir! Bu adam her ne kadar fasıklardan olsa da, onda, sadıklardan mahbubum Seyyid Abdulkadir’in muhabbeti var. Bunun için onu affettim. Onun ona olan muhabbeti ve ona olan güzel inancından dolayı kabrini genişlettim.”
İşte Allah’u Teala'nın dostlarının himmeti budur. Yüce Allah sevdiği kulun hatırına fasık bir kulunu affedemez mi? O Allah (Celle Celalühü) ki; Ashab-ı Kehf'le beraber olduğu için köpeği bile cennetine koydu. Yeter ki bizlerde Allah (Celle Celalühü) dostlarına karşı muhabbet eksik olmasın. Allah’u Teala'nın izni ile o muhabbet, bir gün bizler için kurtuluş vesilesi olacaktır. Yüce Rabbim bu muhabbeti bütün ümmeti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e nasip eylesin.
YİRMİ ÜÇÜNCÜ MENKIBE
Bu menkıbe, Gavsul Azam'a semadan indirilen yemek hakkındadır.
Anlattıklarına göre bir keresinde Gavsul Azam 40 gün riyazete girer. Yani 40 gün 40 gece çilehaneye girer. ( Riyazet, çilehaneye girerek az uyuyup, az yiyip ve az konuşup sürekli ibadet ve zikirle uğraşmaktır)
Hazreti Gavsul Azam'ın niyeti şöyleydi: Hazırlanan yemeklerden yemeyeyim, bir şey de içmeyeyim ancak iftar vaktinde su içeceğim. Cenab-ı Allah (Celle Celalühü) gökten bir şey indirinceye kadar böyle edeyim. Bu şekilde 38 gün geçti. 38. gün hücresinin tavanı yarılıp, içeriye bir adam girdi. Bu adamın sağ elinde kendisi gibi silsilesi de altın olan bir tabak aynı şekilde sol elinde de kendisi gibi silsilesi de gümüşten olan bir tabak vardı. İçleri meyvelerle dolu olan bu tabakları Hazreti Gavsul Azam'ın önüne koydu. Hazreti Gavsul Azam:
-“Bunlar nedir”? diye sorar, adam;
-“Senin yemen için bunları yüksek alemden getirdim” der. Hazreti Gavsul Azam, adama şöyle der:
-“Bunları buradan hemen kaldır. Çünkü ceddim Muhammed Mustafa altın ve gümüş kapta yemek yemeyi haram kıldı.
Gelen yiyecekleri bu şekilde geri çevirince o kişi kapları alıp kayboldu. İftar vakti gelince bir melek elinde yemek dolu bir tabakla gelip Hazreti Gavsul Azam'ın önüne bırakarak;
-“Ey Gavsul Azam! Bu Rahman olan Allah’u Teala'nın zatınıza mahsus bir ziyafetidir” dedi. Hazreti Gavsul Azam, tabağı alıp cemaati ve ashabıyla yer. Ve Allahü Teala’ya çokça şükür eder. Yüce Allah ondan razı olsun.
YİRMİ DÖRDÜNCÜ MENKIBE
Bu menkıbe, Hazreti Gavsul Azam'ın bir kadın müridini, fasık bir adamın kötü niyetinden kurtarmaya vesile olması hakkındadır.
Büyük şeyhlerden şöyle nakledilmiştir:
Güzel bir kadın Hazreti Gavsul Azam'a müride olmuştu. Bu kadın Hazreti Gavsul Azam'a müride olmadan önce, fasık bir adam bu kadına aşık idi. Bu kadın ihtiyaç gidermek için dağdaki mağaraya gider. Adam kadının dağdaki mağaraya gittiğini öğrenir. Kadının peşinden gider ve kadına kötülük yapmak ister. Kadın çaresiz kalır ve kaçacak yer bulamaz. Kadın Hazreti Gavsul Azam'a sığınır ve:
-“Ya Gavsu'l Azam, ya Gavsu's Sakaleyn, ya Şeyh Muhyiddin, ya Seyyidim Abdulkadir! diye bağırır. Bu sırada Hazreti Gavsu'l Azam medresede abdest almaktaydı. Ayaklarında takunyalar vardı. Onları ayaklarından çıkarıp mağara tarafına fırlattı. Adam daha maksadına erişemeden takunyalar adamın kafasına isabet etti. Ve adam ölünceye kadar takunyalar adamın kafasına vurdular. Sonra kadın takunyaları alıp Hazreti Gavsu'l Azam'a getirdi. Halini ve başından geçenleri Hazreti Gavsul Azam'ın önünde bulunan cemaatin huzurunda anlattı.
YİRMİ BEŞİNCİ MENKIBE
Bütün velilerin, velayet rütbesine Hazreti Gavsul Azam'ın izniyle ulaşması hakkındadır.
Şah Hişam Ulvî Picâburî, kendi risalesinde şunları anlatmıştır:
Cenab-ı Hakk kullarından birini veli yapmak dilerse, o kimse Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna getirilir. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem); "Bu kişiyi alınız evladım Seyyid Abdulkadir'e götürünüz. Velilik makamına layık olup olmadıgını ve kabiliyetini görsün” buyurur. Bu emir üzerine Hazreti Gavsul Azam'ın huzuruna getirilir. Hazreti Gavsul Azam, şayet o adam velayet makamına layıksa ismini Muhammedi deftere yazıp, kendi mührüyle mühürler. Sonra Rasulü Ekrem Efendimiz'e takdim eyler. Bu yazı üzerine Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) emreder ve o kimseye velayet hilati, Hazreti Gavsul Azam'ın eliyle giydirilir. Bu suretle velayet makamına getirilen veli, gayb ve şehadet aleminde kabul gorup tanınır.
Bu vazife kıyamete kadar Hazreti Gavsul Azam Abdulkadir Geylani (Kuddise Sirruhu)’ye aittir. Bu görevde kendisine evliyadan kimse ortak değildir. Bütün asır ve zamanlarda kendisinden kutuplar, gavslar ve evliyaların hepsi faydalanır ve yardım alırlar. Allahu Teâla ondan razı olsun.
M.İhsan (Cihan) Çelik